28 Mayıs 2010 Cuma

CUMA HEDİYESİ ! ! !

S.A. CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN.
RABBİM CÜMLEMİZİN HAYIRLI GÖNÜL MURADLARINI VERSİN İNŞAALLAH (AMİN)


BENDEN SİZE NACİZANE CUMA BAYRAMI HEDİYESİ (Tıklayan herkese !!!!)





"Hiçbir dua; iki kişinin birbirine arkalarından Yeni Haberleri olmaksızın yaptıkları dua kadar kabul yönünden hızlı değilldir.”
Hadis-i Şerif (Ebû Dâvûd)


DUALARDA UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE ,
SELAM VE DUA İLE
HAYIRLI CUMALAR

25 Mayıs 2010 Salı

SAYILARLA NAMAZ ! ! ? ?




"Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar."
Ankebût sûresi (29), 45

"Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz."
Bakara sûresi (2), 238

"Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın" buyururken işittim.
Buhârî

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söyledi:
- "Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?" Sahâbîler:
- O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem:
- "Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder" buyurdular. "
Buhârî


Günde 40 rek'at namaz kılıyoruz. Bu 40 rek'atın 17'si farz, 3'ü vâcib, 20'si sünnettir.

Bir senede 14.600 rek'at namaz kılıyoruz.
Ramazan'da 600 rek'at teravih namazı kılıyoruz.
Toplam bir yılda 15.200 rek'at namaz kılmış oluyoruz.
Akşam namazından sonra kılınan evvabin namazı, kuşluk vaktinde kılınan duha namazı, gece kılınan teheccüd namazı gibi nâfile namazlar 15.200 rek'at sayısı dışındadır.
Namaz kılan bir mü'min bir günlük namazında neyi ne kadar zikrediyor; hiç düşündünüz mü Gelin orta lama bir rakam çıkaralım:


Namaz kılan bir mü'min bir günde en az
– 40 def'a Besmele çekiyor.
– 40 def'a Fatiha sûresini okuyor.
– 80 def'a Rabb'imizin er-Rahman ismini söylüyor.
– 80 def'a er-Rahim ismini söylüyor.
– 213 def'a Allah-u Ekber diyor.
– 120 def'a Sübhane Rabb'iye'l-Azim, diyor.
– 240 def'a Sübhane Rabbiye'l-Âlâ, diyor.
– 15 def'a Sübhaneke duâsını okuyor.
– 40 def'a Semi Allahu limen hamideh diyor.
– 40 def'a Rabbena ve leke'l-hamd diyor.
– 40 def'a Âmin (Ya Rabbî! Duâlarımı kabul buyur) diyor.
– 33 def'a Zamm-ı Sûre okuyor.
– 21 def'a Ettahiyyatü'yü okuyarak Peygamberimize selâm gönderiyor.
– 21 def'a Kelime-i Şehadet'i söylüyor.
– 26 def'a omuzundaki meleklere ve yanlarındaki Müslümanlara Selâm veriyor.
– 13 def'a Allahümme ente's-Selâmü ve Minke's-Sel âmu Tebârekte ya Zelcelâli ve'l-ikrâm, diyor.
– 13 def'a Rabbenâ Âtina, duâsını okuyor.
– 13 def'a Rabbenâğfirli, duâsını okuyor.
– 15 def'a Allahümme Salli selâvatını okuyor.
– 15 def'a Allahümme bârik selavatını okuyor.
– 15 def'a Euzübillâhimineşşeytânirrâcîym diyerek şeytanın şerrinden Allah'a sığınıyor.
Bu zikrettiklerimiz sâdece namazın içinde okunanlardır. Namazdan önce ve sonra okunanlar ve tesbihatlar bu rakamların dışındadır.
60 yıl yaşayıp da kulluğunun gereklerini yerine getiren bir mü'minin yaptıklarını ve söylediklerini bu kadar yıl hesabıyla hesaplayın bakalım, ne çıkacak karşınıza.
Rabbim namazı dosdoğru kılanlardan eylesin...

Selam ve dua ile

23 Mayıs 2010 Pazar

" Y O S M A . . . "




"Her sabah olduğu gibi bu sabah da güneş her tarafı aydınlatıyordu.Ağaçlar yapraklarını semaya uzatmış Allah a dua ediyor,kuşlar o cıvıl nağmeleriyle Allah diyor ortama ayrı bir melodi katıyorlardı…….
Oysa “yosma”hala düşünüyordu…….İlk defa duymadığı bir ses kendinden ve tüm yaşantısından iğrendirmeye yetmişti. Düşünüyordu da bir türlü bulamıyordu sorularının cevabını.Kaç gecedir bunun için sabahlıyordu.Koca bir girdapdı içinde bulunduğu.Yusuf misali dipsiz bir kuyuydu yalnızlığı…

Öylesine çok sorusu vardı ki cevabı olmayan.Herşeyden usanmıştı.En çok da “yosma”lığından….
İçindeki o koca boşluğu kim giderirdi,kim söndürürdü yangını,kim anlardı onu taa derinden….
Ve kim kabul ederdi tüm “yosma”lığıyla …..
Anlamadığı tatmadığı birşeyler vardı.Bunları bilmek bilmenin güzelliğini öğrenmek istiyordu..gökyüzünün ahenkli ışıklarını,kuşların nağmelerini,çiçeklerin renklerini hepsini her güzelliği bilmek istiyordu….Hiç bu kadar cahil hiç bu kadar zavallı olmamıştı daha önce.çünkü bilmezdi önceleri birinin yalnız birinin ona kucak açacağını ne kadar kötü ne kadar “yosma”da olsa bir kapının ardına kadar tüm kullara açık olduğunu ….

Bir akşamüstü denize yansıyan bir görüntüydü “yosma”yı hiç bilmediği düşüncelere sürükleyen…Tüm yaşanmışlarından iğrendiren……Hiç istemediği hayatıyla yüzleşdiren.Öylesine güzel yansıyordu ki cami denize öylece dalıp gitmişti denizin mavisinde ki camiye…Ve bir ses yükseldi semaya.Daha öncede duyduğu lakin hiç oralı olmadığı bir ses “allahu ekber”Anlamını hiç bilmediği bir ses öylesine etkili öylesine huzur verici.Huzur veren bir ses hiç düşündürürmüydü insanı?Huzur veren bir ses hiç iğrendirirmiydi tüm yaşanmışlardan?Korkuyordu “yosma”önüne kadar geldiği caminin içine girmekten korkuyordu.Karşılaşacaklarından değil “yosma”lığından korkmuştu ilk defa .Sanki içeri girse tüm güzellikler çirkinleşcek hatta o huzur veren ses bile kesilecek….Derken bir el uzandı yanağından akıp giden katrelere…Koştu koştu ….Kendinden kaçarcasına “yosma”lığından kaçarcasına koştu…

Evine döndüğünde hala o ses kulaklarındaydı.Yapabilirmiydi?”Yosma”. İşte bu soru karıştırıyordu “yosma”nın kafasını .Lakin korkuyordu .Nekadar bilsede o yolun her kula açık olduğunu utanıyordu yinede… Utanıyordu kuşlar,ağaçlar gibi olamdığı için,secdeye varıp dua edemediği için.herşeyden çok bedeninden utanıyordu iğreniyordu….Dinmiyordu içindeki kasırga,tükenmiyordu gözündeki katreler…

Kalbinin durmadan çarptığı,ellerinin titrediği,gözündeki katrelerin dindiği bir anda sığınmıştı Allah a.Biliyordu ki o tüm düşkünlerin tüm kulların tek sığınayıdı. Ve artık oda kuşlar ağaçlar gibi kapanmıştı secdeye…….

Her nekadar “YOSMA” da olsa sığınmıştı ALLAH 'A……………. "
 
Ayşe BAĞCİVAN
Alıntıdır : www.varolmak.com
 
selam ve dua ile

22 Mayıs 2010 Cumartesi

KİM OLDUĞUN ÖNEMLİ DEĞİL !

BELKİ DÜNYA'NIN KRALISIN !

BELKİ HERKES SENDEN ÖLÜMÜNE KORKUYOR !


BELKİ TEK BAŞINA İYİSİN !


BELKİ İSTEDİĞİN HERŞEYİ YAPIYORSUN !


BELKİ HERKESİN SEVDİĞİ BİRİSİN !


BİR BEYEFENDİSİN !


YADA TUTUTUĞUNU KOPARAN BİRİ !


AMA NE OLURSAN YADA KİM OLURSAN OL EVE GİTTİĞİNDE ;


HANIM HANIMDIR . . .

selam ve dua ile

20 Mayıs 2010 Perşembe

ŞİMDİ TAM ZAMANIDIR !




"Şimdi tam zamanıdır yeni bir şeylere başlamanın ya da vicdan aynamızı avuçlarımızda tutmanın… Mesela uzun süredir kırgın olduğumuz eski bir dostun eskimeyen sesine “merhaba” demenin, sesinde eskimenin tam zamanıdır…
Dostta gerçek dostu bulmanın. Ya da dostu olduklarımızın gerçek dosta ulaşmasına vesile olmanın tam zamanıdır…
Evet, şimdi tam zamanıdır;Kırgını olduğumuz bir sese “merhaba” demenin…
Mademki kul fani bu dünyada baki değil ve madem faniye yapılan her tür iyilik bizi Baki olana götürecek o halde ruhumuzu da Baki de bakileştirmenin zamanıdır…
İstemenin tam zamanıdır mesela...
Maddeyi reddedip manada soyutlaşmanın, ilahi aşka teslim olmanın tam zamanıdır. Aşkı hücrelerimize kadar içimize çekmenin, aşkı solumanın, Yudum yudum, nefes nefes Hakkı zikretmenin, aşkının sarhoşu olmanın tam zamandır…
Yunus olup diyar diyar Hakk’ı aramanın, tecelli ettiği güzelliklerde Hakk’ı düşünmenin tam zamanıdır. Yunus nidasıyla :
“ Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni “
Diyerek Hak’tan aşkını dilenmenin...
Cennetten ve cennettin nimetlerinden de geçip:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni…”
Demenin sadece hakkın aşkını dilemenin zamanıdır… Zamanıdır şimdi ruhu Hakk’ın aşkına kavuşturmanın. Ruhu arındırıp kirlerinden Hakk’ın huzurunda Hak’la yanmanın tam zamanıdır…

Mahmud Hudai olup mevkiyi makamı bırakıp yalnız O’na gönül bağlamanın zamanıdır şimdi… Makamdan geçip aşkın sırrına ermenin, adını kalpte titretmenin zamanıdır şimdi. Gözyaşlarını Yaratan için akıtmanın kalbe adını işlemenin bu adla inlemenin zamanıdır şimdi… Evet, Mahmud Hudai olmalı çıkarıp sırttan dünyanın şaşalı kürkünü, giymeli her nakşı aşk olan hırkayı. Bürünmeli garip bir sessizliğe, dalmalı aşkın sesine…


Zamanıdır şimdi bir rüzgâr olmanın bir kuru yaprak olmanın… Rüzgâr olup esmeli aşk adına. Kuru bir yaprak olup bırakmalı kendini aşkın rüzgârına…

Ahmed-er Rufai olup tevekkül elbisesini giymenin zamanıdır şimdi… Aşkın kanatlarıyla sonsuzluklara uçmanın, kalbi yaratanın aşkına boyamanın zamanıdır… Ahmed-er Rufai olup dili zikir örtüsüne örtmenin zamanıdır şimdi. Her görünen güzelliğin zahirinde Yaratanı görmenin gözleri güzelliğinin sırrına erdirmenin zamanıdır şimdi. Beşerlikten sıyrılıp aklın ve hayalin erişemeyeceği nurlara akmanın, zamandan ve mekândan geçerek her adı aşk olan denize akmanın zamanıdır şimdi… Ahmed-er Rufai olup peygamber şefkatine bürünmenin kendini incitenleri bile Yaratan için sevmenin zamanıdır şimdi…
Seherlerde aşkın sarhoşluğuyla secdeye kapanmanın elleri semaya kaldırıp aşk ile yalvarmanın zamanıdır şimdi… Kâinatın gözlerini kapadığı bir saatte aşk ile gözleri yalnız O’nun için açmanın aşkı ile sızlanmanın zamanıdır şimdi…


Süleyman Hilmi Tunahan olup Yaratanın aşkı ile kuranın sırrına ermenin, Kelamıyla konuşmanın zamanıdır şimdi.


Bediüzzaman Said Nursi olup hakkın davasına benliği adamanın. Hakkın yarattığı bedeni davası için yine hakka sunmanın zamanıdır şimdi…


Mehmet Emin Tokadi olup divit kalemi aşkla tutup Hakkın adını yazmanın, adım adım manaya yürümenin zamanıdır şimdi…


Şimdi tam zamanıdır Yunus Emre olmanın, Mahmud Hudai olmanın. Ahmed-er Rufai olmanın, Süleyman Hilmi Tunahan olmanın, Bediüzzaman Said Nursi olmanın, Mehmet Emin Tokadi olmanın. Onların sevgisiyle sevgimizi Hakka sunmanın… Varlık sahasından kaçıp yokluk sahasına teslim olmanın.


Şimdi tam zamanıdır erenlerle ermenin, Yaratanın aşkını âşıklarının aşkıyla istemenin âşıklarının hallerine ermenin…


Şimdi  tam zamanıdır . . .  "
Yazar : Ayşe BAĞCİVAN
Alıntıdır ; www.burhandergisi.com

selam ve dua ile

19 Mayıs 2010 Çarşamba

KUR'AN 'IN GÜCÜ VE ZAFER ! ! !




"-Kaç yaşındasın nine?
-71…
-Demek İstiklal Savaşı’nda 20-21 yaşlarındaydın…
-Öyle zahir…
-O günden beri çıkmadın mı köyünden?
-Çıkmadım.
-50 yıldır çıkmadın ha?
-50 yıldır…
-O gün bu gün dünya çok değişti…
-Öyleymiş…
-Bir daha da evlenmedin öyle mi?
-Öyle…
-Seni ardı arkası gelmeyen sorularla sıkıyorum değil mi?
-Estağfurullah…
-Ne yapayım sen anlatmıyorsun ki dinleyeyim… Niçin anlatmayı sevmiyorsun?...
-Sevmem!
-Ne seversin?
-Okumayı…
-Ne okursun?..
-Kur’an okurum.
-Okuman yazman var mı?
-Yok! Yalnız Kur’an okurum.
-Kim öğretti sana Kur’an okumayı?
-Babam…
-Peki Kur’an okuyan eski harflerle başka şeyleri okuyamaz mı?
-Ben okuyamam. Allah’ın Kelâmı bana kolay gelir. Öbürleri çetin kargacık-burgacıklar…
-Baban da kocan gibi zeybek miydi?
-Babam köy imamıydı. Hem zeybek diye ayrı bir cins yoktu ki… Burada her mert delikanlı bir zeybekti zamanında…
-Ya şimdi…
-Şimdi herkes bebek…
-Ne oldu nerede öldü baban?
-Seferberlikte (I.Dünya Savaşı) Hicaz taraflarına gitti bir daha dönmedi.
-Ne kaldı babandan sana?..
-Şu köşede gördüğün yeşil ipek kaplı Kur’an kaldı. Bir de söz…
-Nasıl söz?..
-“Kur’an’dan ayrılma!...”
-Sen o zaman 14-15 yaşlarında bir kızdın…
-Öyleydim…
-Sonra evlendin…
-Beni 19 yaşımda dayımın oğluna verdiler. Evlendim.
-Tam da Yunanlıların İzmir’e çıktığı yıl…
-Çok geçmeden Yunanlı bu tarafa geldi bir taburuyla bizim köye yerleşti.
-Anlat anlat!
-Ne anlatayım?.. Sen sor ben söyleyeyim!.. Zaten her şeyi öğrenmişsin dışardan…
-Evet ama senin ağzından dinlemek istiyorum. Halk bir şeyi renkten renge sokar gerçek diye bir şey kalmaz ortada…
-Doğru!.. Kimbilir benim için de neler uydurmuşlardır!
-Sen tek başına bir tabur Yunan askerini köyden kaçırmışsın!..
-Yok canım o benim kuvvetim değil Kur’an’ın gücü…
-Kur’an’ın gücü mü?
-Ne sandın ya; koynumda Kur’an olmasaydı hiç o işi becerebilir miydim ben?
-Kur’an’ın tüfek gibi top gibi bir gücü olabilir mi?
-Yüzbin top O’nun tek harfine denk olamaz!..
-Kuzum nine söyle nasıl oldu?
-Üç aylık kocamı cami avlusunda kurşuna dizdiler.
-Sebep?
-Kızlara saldıran bir Yunanlıyı bıçaklayıp öldürdü diye…
-Sonra?..
-Kalktım Yunan kumandanına gittim. Sırtıma örtümü çektim koynuma Kur’anımı aldım gittim.
-Eeee?
-Yunan kumandanı meydan yerindeki eski jandarma karakolunda bir masa başında çizmeli ayaklarını masanın üzerine uzatmış oturuyordu. Yanında da İzmir’in yerlisi bir Rum… Tercüman…
-Nasıl cesaret edebildin aralarına girmeye?
-Cesaret Kur’an’ın emri… Kumandan “ne istiyorsun?” diye sordu. “Kocamın kanını dava ediyorum!”
dedim. “Kime karşı?” dedi. “Sana karşı!” dedim. Kahkahayla güldü. Ayaklarını masadan çekerek doğruldu. Alaycı bir yılışıklıkla “ne yapmamızı emir buyuruyorsunuz?” dedi. Ellerimle koynumdaki Kur’an’ı sımsıkı kucaklayarak…
-Ne cevap verdin?
-“Hemen taburunuzu alıp buradan çıkmanızı istiyorum!” dedim.
-Hayret!..
-Evet kumandan hayretinden ne diyeceğini bilemedi. “Nedir o koynundaki sımsıkı kavradığın şey?” diye bağırdı. Ben de bağırdım: “Dünyanın en güçlü silahı! Hepinizi tuz-buz etmeye yeter!..”
-Müthiş!..
-Tam o anda tercüman avaz avaz “bomba!” diye bastı çığlığı…
-Akıl alabilecek gibi değil…
-Daha neler var bu dünyada aklın alabileceği gibi olmayan…
-Devam et!
-Kumandan dehşetle irkildi yan yana yürümeye başladı; gözleri bende ve koynumdaki gizli silahta arkasıyla çıktı meydan yerindeki askerlerine doğru yürüdü. Tercüman da iki büklüm ardında…
-Nasıl oldu da üzerine atlayıp bomba sandıkları şeyi koynundan almadılar?..
-Sıkı mı ya onu yere bırakıp da karakolu havaya uçuracak olursam?..
-Sonrası?..
-Sonrası kumandan askerlerine Rumca bir takım emirler verir ve onları toplarken birdenbire müezzinin gür sesi işitildi. Öğle ezanı… Kocamın tabutu da musalla taşında… O anda bir yaylım ateş… Olanları haber alan çeteler bir tepeciğin üstünden kuru-sıkı ateş ediyor. Yunalı askerler kaynaştı. Ne yapacaklarını bilemediler. Ben tam o an kollarım sımsıkı koynumdaki silahı kavramış kapıdan çıktım medyam yerinde göründüm. Kumandan haykırdı. Rumca bir kumanda… Yunanlılar köy dışına doğru kaçmaya başladılar. Gidiş o gidiş…
-Demek Kur’an silahtan üstün geldi İstiklal Savaşı’nda…
-O savaşı Kur’an’ın gücü kazandı!... "
NECİP FAZIL KISAKÜREK

selam ve dua ile

18 Mayıs 2010 Salı

HEPSİ BENİM ! HEPSİ BENİM İÇİN ! ! ! :))


Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır. (Beyhakî)

 
Hediye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek birşey bulamazsanız, onun için duâ edin ki hediye karşılıksız kalmasın! (Nesâî)


Hediye, Allahın gönderdiği güzel bir rızıktır Hediyeyi kabul edin ve karşılığında daha güzelini verin! (Tirmizi)


Bir arkadaşın hidayetinin artmasına vesile olacak veya onu tehlikeden kurtaracak bir söz söylemekten daha iyi hediye olmaz. (Ebu Yala)




S.A.
Bu cicişleri sevgili blogdaşım hümeyra gönderdi bana. Tabii bu hediye cicişler geleli 1 hafta oldu ama benim fofoğraf makinem bozuk olduğu için ancak şimdi yayınlayabildim. Diğer bloglarda görür ve çok özenirdim , sağolsun hümeyracım yaşattı bana bu duyguyu Allah ondan ve cümlemizden razı olsun.
Sizlerle de paylaşmak istedim :))

selam ve dua ile

17 Mayıs 2010 Pazartesi

YENİDEN DİRİLİŞ . . .




"Bir akşamüstü vazgeçmişti her şeyden. Ne sevdikleri ne sevenleri hiçbiride bağlamıyordu artık onu hayata.
Bir veda mektubu yazıp kaçtı çok uzaklara…
“…Kısacık hayatıma tüm ihanetleri sığdırdı çok sevdiklerim. En
sevdiklerimin davacısı olurken yüreğim, sanık koltuğunda oturan sadece onurum olmadı. Siz tüm onurumu tüm gururumu hiçe sayarken, aslında hiçe saydığınız sadece onurum olmadı. Siz, geçmişimi ve geleceğimi aldınız benden… Artık yokum hayatınızda artık yoksunuz yarınlarımda…”
Yorgunuydu hayatın. Kendi kendinin hükmünü vermişti:  Ölmeliydi…
En güzel günlerinin geçtiği tepeye gitti. Uzun uzun izledi tüm şehri. Saatler akıp geçti. Karanlık sanki tüm şehri
yutmuştu. Son kez baktı etrafına ve yavaş yavaş son adımlarını attı tepeliğin en ucuna… Gür bir ses yükseldi arkasından:
- ...ve sen yine denediğinde ve yine kalbin daraldığında ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında ve yine ne yapman gerektiğini bilmediğinde… Uzun uzun düşün ve hatırla Yaradanını! Allah kuluna kâfi değimli? (zümer/36) Der yaşlı bir adam tüm gür sesiyle. Sesi, sessizliğin uğultusunu keser. Her yer yaşlı adamın sözleriyle yankılanır.Ses adeta tüm ruhunu sarmış iliklerine kadar esir almıştır. Bir an arkasına dönüp sesin sahibine doğru bakmak istese de “kimsin” demekle yetinir. Sesine bir cevap gelmeyince arkasına dönüp “kimsin” diye tekrarlar.
Yaşlı Galip gencin gözlerine bakarak
- Hayat yüzünde bir kırışıklık bile oluşturmamışken ölmek niye? Der.
Ali gözlerini kaçırır yaşlı adamın gözlerinden ve “beni yalnız bırak” der. Galip gencin yanına yaklaşarak “sen zaten yalnızlıktan bu noktaya gelmişsin. Haydi, bırak şimdi yalnızlıkta boğulmayı da benimle gel”der.
Ali’yi ismini bile bilmediği bu yaşlı adamın sözleri derinden etkiler… Ölmeyi düşünürken, biranda onun sihir gibi sözlerinin büyüsüne kapılmıştır. Yaşlı adam önde Ali arkada ağır adımlarla Galip’in kulübesine doğru giderler.Oldukça mütevazı bir görünüme sahip olan kulübeye vardıklarında Galip genç misafirine sıcak bir içecek ikram eder. Lakin bardağı uzatırken yanlışlıkla Ali’nin üzerine dökülür. Verdiği acının refleksi ile bağıran
Ali’ye - Ne tuhaf. Der Galip.
- Tuhaf olan nedir amca canım yandı
- İşte bende buna tuhaf diyorum ya. Biraz önce sen değimliydin bu candan vazgeçen. Şimdi canım yandı diyorsun… Ali başı önde susar. Aslında halen daha vazgeçmişte değildir ölme fikrinden. Ama neden bu
yaşlı adamın yanında olduğunuda bilmiyordur. Yaşlı Galip genç misafirinin gözlerine bakıp Mevlana’dan şu dörtlüğü söyler: -
Yazık ki akşam oldu biz yine yalnız kaldık Bir kıyısı görünmez denize daldık Bir gemiye binmişiz bulanık bir gecede Allah’ın denizinde Allah’tan uzak kaldık…
Der ve devam eder sözlerine:
- Bak genç adam bundan yıllar önce bende tıpkı senin durduğun o noktada, uçurumun en ucunda duruyordum. Ne zenginliğim ne de sahip olduğum kadınlar hiçbiri evet hiçbiri beni mutlu etmiyordu. Çok kadınla birlikte oldumve çok mekân değiştirdim. Vede çok tatlardan tattım. Hayatta ne istediysem sadece ufacık verdiğim bir emirle hepsinide elde ettim. Lakin yinede hep yalnız kaldım. Ruhum bir şeylere açtı ama anlamıyordum. Çünkü her şeyim vardı. Aklına gelebilecek her şey… Ama dinmiyordu işte yalnızlığım. Ruhum özgür değildi sanki. Boğuyordu yaşadıklarım. Hayat anlamını yitirmişti bende. Her şeye sahiptim. Ama masum bir çocuğun gülüşüne ya da içten gelen bir tebessümden uzaktım. Çok yalnızdım be genç adam… Derin bir nefes alır. Ali ise pür dikkat dinliyordu yaşlı adamın hayat hikâyesini.
Dayanamayarak sorar
- Peki sonra? Sonra ne oldu hayatınızda?
Galip güler.
- Sonra, sonra gelecek günlerimden ve dahada fazla yalnız kalmaktan korkup hayatıma son vermek istedim. Hem zaten ne tat alıyordum hayatımdan nede bir huzur duyuyordum yaptıklarımdan. Daha fazla yaşayıpta ne görecektim ki. Ve tıpkı bugün senin durduğun uçurumdan kendimi atarken boşluğa, bir el yakalayıverdi beni.
Önce bağırdım “çek ellerini üzerimden be adam. Mani olma maddede kaybolmuş bu adama” diyerek çıkıştım zavallıcığa. Öyle masum bir yüzü vardı ki imam Halil Efendinin daha önce gördüğüm hiçbir yüzde yoktu o anlam… Ben kızıp kükredikçe o sadece sessiz dinliyordu. Ben ise o sustukça dahada çok bağırıyordum. Sanki tüm hırsımı ondan çıkarmak istercesine bağırdıkça bağırıyordum… O ise öyle bir şey söylediki bu sefer ben sustum…
- Ne dediki? Der Ali

- Dediki “Dışın bakımlı görünür, fakat için haraptır. Ölmeyi diler gibi görünürsün fakat ruhun yaşamak için çırpınır. Sen ölmeyi değil arınmayı dile. Canına son vermeyi değil ruhunun feryadını dinle.”Dedi.
Ne denir ki bu sözler karşısında? Tüm söyledikleri doğruydu. Öylece susa kaldım. Sonra “ama ben bu hayatı istemiyorum “dedim O ise “öyleyse yaşadığın hayatı değiştir.”dedi. “ama nasıl ne yapacağımı bilmiyorum” dedim. “çok yalnızım” dedim o “Allah ki kuluna çok yakın.”Dedi. Sonra onu evime davet ettim şoförümü
arayıp bulunduğum yerin adresini verdim. Yaklaşık yirmi dakikalık bir bekleyişten sonra arabam gelmişti. Eve gittik.
Bana “şimdi, şuanda, şu dakikada, hiçbir şey yapmadan huzurlu olmak ve içinde koca bir mutluluk duygusu yeşersin istermisin?” dedi.
“Elbette” dedim büyük bir merakla.
“O halde Hakkın huzuruna Onla konuşmaya” Dedi.
Önce şaşırdım. Deli diye düşündüm. Bir insan nasıl Allah’la konuşurki bilemedim. Beraber abdest aldık. Daha önce hiç namaz kılmadığımdan nasıl kılınır ne okunur bilmiyordum. Söyledim oda sadece onun okuduklarını içimden tekrar etmemi söyledi. Ve başladık Hakkın huzurunda onunla konuşmaya. Yavaştan bir kıpırdama oldu yüreğimde. Bir heyecan kapladı tüm ruhumu ellerim titriyor gözlerimden yaşlar akıyordu. Öyle hiç bilinçsizce dökülüverdi yaşlar gözümden. Namaz bitmişti. Ama yine kılmak hep kılmak istiyordum. Ruhumun yıllarca aradığı bu değişik şeyi kaybetmek istemiyordum. “ne olur tekrar kılalım” dedim. Kaç rekât kıldık o gün bilemiyorum. Lakin bildiğim bir şey var ki ben o gün ölmeyi dilerken tekrar doğdum. Allah’la konuşurken sanki ruhum tüm kirlerinden arınıyordu. Sanki hayat yavaş yavaş anlam kazanmaya başlıyordu. Çok değişik duygular kaplamıştı benliğimi. Sonra İmam Efendi “unutma Allah sana her şeyden daha yakın. Ve unutma insan yalnızca onu düşünerek ulaşır asıl saadete” dedi ve gitti… Belki giden iyi bir dosttu ama bana en iyi dostun sadece Allah olabileceğini hatırlatıp gitti. Beni tekrar diriltip gitti. Bana Allah’ı buldurdu da gitti…
- Çok zengin olduğunuzu söylemiştiniz. Şimdi neden bu küçük kulübedesiniz?
- Zenginliğim bana yalnızlıktan başka hiç bir şey kazandırmadı. Gözlerime bir perde çekmekten, yüreğimi mühürlemekten başka hiçbir şey yapmadı. Hem ben asıl dostu O’nu bulmuşum neye yarar para onun dergâhında? Tüm malımı ihtiyaç sahiplerine muhtaçlara dağıtıp yerleştim tekrar dirilmeme vesile olan bu tepeye… Ben huzuru ve gerçek mutluluğu O’nda buldum…. Tüm hikâyesini anlatan Galip bu genç adamın neden hayatına son vermek istediğini öğrenmek ister.
- Eee delikanlı benim dirilişim böyle oldu. Peki ya sen? sen neden hayatına son vermek istedin?
Ali biraz sustuktan sonra biraz çekingen ve utangaç bir sesle
- Ben… Ben aslında… Ne kadar çok anlatmak istesede hep kelimeler düğümleniverir Ali’nin boğazına. Anlatamaz bir türlü.
Ali gülümseyerek
- Desenize ikimizinde ölmek için gittiği tepe ikimizinde tekrar dirilmesine vesile oldu. Galip güler ve Mevlana’nın bu sözünü söyler:

- BİR MUM BAŞKA BİR MUMU TUTUŞTURMAKLA IŞIĞINDAN HİÇBİRŞEY KAYBETMEZ…"
Yazar : AYŞE BAĞCİVAN
Kaynak : http://www.burhandergisi.com/butun-yazarlar/59-aye-bacivan/434-yeniden-dirili.html

selam ve dua ile

15 Mayıs 2010 Cumartesi

HZ.AİŞE'NİN ANLATIMIYLA "O" (s.a.v.) NUN GÜZELLİĞİ . . .




Hz. Aişe Validemiz;
Velev semiu fi Mısra evsafe haddini
Lema bezelu sevmi Yusuf emin nakdi
Levahı Zeliha Lev raeyne cebinehu
Leaserne bi’l-kat’i’l-kulube ale’l-eydi

"Eğer Mısır'dakiler, O'nun (s.a.v.) yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı; (güzelliği dillere destan olan) Yusuf aleyhisselama hiç para vermezlerdi. Yani bütün mallarını, O'nun(s.a.v.) yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha'yı, "Yusuf aleyhisselama aşık oldu diyerek" kınayan kadınlar, Resulullah'ın nurlu alnını görselerdi,
ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı."


S.A.
Bunu ilk okuduğumda kendi kendime şöyle dedim
"nasıl yani insan kalbine bıçak saplayacak ve acısını dahi duymayacak !!!
Ey Allah'ım senin nurundan gelene biz beşer olan ademoğlu böyle tepki veriyorsak Senin cemalini gördüğümüzde ne yapacağız !! ??"

Siz neler hissettiniz paylaşırmısınız lütfen . . .

selam ve dua ile

14 Mayıs 2010 Cuma

HAYIRLI BEREKETLİ CUMALAR ! ! !




İLAHİ ENTE MAKSUDİ VE RIDAKE MATLUBİ !
Allahım, maksadım Sensin; talebim hoşnutluğundur,rızandır !

S.A
CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN .

Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’e:
“Kıyamet günü Allah’a derece bakımından kulların hangisi üstündür” diye soruldu da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah’ı her an gündemde tutan erkek ve kadınlardır.”
“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah yolunda savaş eden gaziden de mi üstündür?” dedim.
Şöyle buyurdular:
“Kılıcını kırılıncaya kadar ve her tarafı kana bulanıncaya kadar kafir ve müşriklere vursa dahi  Allah’ı her an ve her yerde gündemde tutan kimse derece bakımından daha değerlidir.”
Tirmizi . Deavat, 5 .

Her anımız da O'nu anmak ümidiyle ,
selam ve dua ile

13 Mayıs 2010 Perşembe

SWEET BLOG ÖDÜLÜ GOES TO . . .




S.A.
Sevgili blogdaşlarım meknun ve hümeyra beni çok sweet bir ödüle layık görmüşler :))) kendilerine çok teşekkür ederim , sizlere layık sweet olmaya çalışacağım.

Bende aldığım bu ödülü
yemek yapalım
tespih taneleri
akifzade
şifalı bitkiler
elif
pofiş
pembe kiraz
eylül
uzlet
müge  arkadaşlarıma gönderiyorum. güle güle kullanın sweet blogdaşlarım benim :))

Ödülü sizler de göndermek isterseniz şartları ;
Bu ödülü 10 tatlı blogger'a gönderin.
Bu ödülle ilgili bir post yazın, fotoyu ve ödülü göndereni yazın.
Ödülü blogunuza koyun.

selam ve dua ile

9 Mayıs 2010 Pazar

GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN ! ! !




S.A
ÖNCELİKLE ANNECİĞİMİN SONRA BÜTÜN ANNELERİN VE ANNE ADAYLARININ "ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN"
RABBİM İSTEYEN HERKESE "ANNE" OLMAYI NASİP ETSİN ! ! !

"Devri Nebevî'de bir sabah, bir sahabi Resulü Ekrem Efendimizin huzuruna varıp:

— Ya Resûlallah! Annem ihtiyarladı... Ben onun ekmeğini kendi elimle hazırlayıp yediriyorum. Abdestini kendim aldırıyor, namaz kılması için seccadesinin üzerine sırtımda götürüyorum. Hatta her istediği yere sırtımda götürüyorum, hiçbir yere yürümeye takati kalmadı. Acaba evlâtlık hakkını yerine getirebildim mi? diye sordu.
Sevgili Peygamberimiz, ona: .
 -Sen analık hakkının yüzde birini bile ödemiş değilsin, buyurdu.
Sahabi hayret etmişti...
«Niçin ey Allah'ın Resulü!» diye sormaktan kendini alamadı...
Serveri Kâinat Efendimiz, şöyle anlattılar:
— Annen seni karnında taşıdıktan sonra, bir de sen büyüsün diye elinden gelen hizmeti eksiksiz yapıyordu. Nitekim, senin altını temizleyerek, sırtını yıkayarak, her türlü meşakkata katlanarak seni büyüttü. Yani sen büyüsün diye sana bakıyordu. Sense annenin ölmesini bekleyerek ona hizmet ediyorsun... Böylece hakkını tam ödemiş sayılmazsın!.. Lâkin bu kadar hizmet etmekle de büyük mükâfat kazanırsın, buyurdular."

"CENNET ANALARIMIZIN AYAKLARI  ALTINDADIR . . ."
HZ.MUHAMMED (S.A.V.)

6 Mayıs 2010 Perşembe

MERAK EDENLER İÇİN KUTLU DOĞUM HEDİYELERİ :)

S.A.
Sevgili arkadaşlar şu postumda fotoğraf makinem bozuk olduğu için Kutlu Doğum Hediyelerinin resimlerini çekemediğimi ve kazanan arkadaşları açıklamıştım.
Susamçörekotu çok ince davranmış ve hediyelerin resimlerini blogunda yayınlamış.
Bu arada anmadan geçemeyeceğim diğer kazanan arkadaşım naki de mailime çok güzel bir teşekkür maili attı onuda hatırlatalım :))
Kendilerine çok teşekkür eder ve nacizane güllerimi kabul etmelerini rica ederim :) (dilekçe gibi oldu :))

Selam ve dua ile